Cem Karaca'nın Gözyaşları

Yazarımız Erdal Akyol, Cem Karaca hakkında yazdı...

TV’de ilk kez ATV’de! Hem de 1 Mayıs’ta…
Cem Karaca, ATV ve 1 Mayıs?
Yan yana geldiğinde sizi de rahatsız etmedi mi?

CEM KARACA’nın GÖZYAŞLARI | Tears of Cem Karaca
2024 | 2 sa, 3 dk | Amazon Primevideo
Biyografi, drama, müzik

Cem Karaca’nın biyografik filmi ATV’de, üstelik 1 Mayıs* gibi özelliği olan bir günde niye yayınlanır?

Önce Cem Karaca’nın gerçek yaşam öyküsünü bir kez daha araştırdım, okudum. Sonra filmi dün akşam Amazon Primevideo’dan izledim.

Filmde, Cem Karaca’nın biyografik yaşamı kesitlerle veriliyor. Başlarda global modayı takip eden şarkılar zamanla Anadolu Rock tarzına evriliyor. Karaca daha da anlam yükleyerek “Halkın Sesi” olmaya karar veriyor. İşçinin emekçinin hak arayışını şarkılarına yansıtmaya çalışıyor. Fakat bu çabanın nedeni ve o günün siyasi konjonktürü hakkında hiçbir yansıma görmüyoruz. Ambiyansı tamamen Karaca’nın eylem ve müzik tarzlarından anlamamız gerekiyor. Benim gibi fosiller zaten biliyor ama yaşı tutmayan da “Allah Allah?” nidasıyla kafasında deli sorularla izliyor.

Zurnanın “zırt” dediği an geliyor. Karaca, sözü ve bestesi Sarper Özsan'a ait olan 1 Mayıs Marşı’nı geniş bir halk kitlesi önünde söylüyor. İzleyiciler hep bir ağızdan eşlik ediyor. Bu sırada kimliği belirsiz birkaç provokatör kalabalığa karışarak sağa sola otomatik silahlarla ateş ediyor ve olayların fitili ateşleniyor.

Gerçekte de bu olaylardan sonra şarkılarında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hakkında yargılama süreci başlatılan Karaca, ailesinin de teşvikiyle yurt dışına kaçmış. Almanya’da olduğu sırada 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi gerçekleşmiş. Hakkındaki yargı sürecinin tamamlanması için geri çağrılan Karaca bu talebi reddetmiş, sonrasında da 1983'te Türk vatandaşlığından çıkarılmış.

Film biyografik olduğu için spoiler kaygısı olmadan yazıyorum.

Sancılı geçen gurbet günlerinde babasını da kaybeden, hatta cenazesine bile katılamayan Karaca için hatırı sayılır kişiler araya girmiş, darbe yönetiminin ardından ANAP (Anavatan Partisi) döneminde yumuşayan siyasi atmosfer sayesinde de 1987’de Türkiye’ye dönebilmiş. Cem Karaca, eşi, oğlu ve annesine kavuşmuş.
Filmi burada kesmişler.

1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı’nda, işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele gününde ATV’nin bu filmi kanalında yayınlamasının altındaki tek ve en büyük neden Kanlı 1 Mayıs’ın Cem Karaca’ya atfedilmesidir. Başka bir sebep gelmiyor aklıma…

Bu cümleye kadar gelebilen sabırlı ve cefakâr okur için Cem Karaca ile ilgili anımdan bahsetmek istiyorum.

70’lerin ikinci yarısı.
İzmir’deyiz. Fuar zamanı. Ağustos sonları, Eylül başı. Ortaokul sıralarındayım. Ağabeyim benden altı yaş büyük.
Bir akşam, ağabeyim genelde yapmadığını yapıyor ve beni de yanına alarak şehre, İzmir Enternasyonal Fuarı’na götürüyor. O zamanlar İzmir Fuarı’nın önemi büyük. Sadece teknoloji ve kültür değil, eğlencenin de odak noktası. Bir sürü ülkenin kendi kültür ve ürünlerini sergilediği pavyonların** yanı sıra yenilen, içilen ve eğlenilen bir yer. Tam bir neşe ve mutluluk kaynağı. Yurdun dört bir yanından gelen binlerce ziyaretçi. Büyük, küçük, her türlü esnafın altın günleri. İzmir Ekonomisinin tavan yaptığı prime time.
Öyle mutluyum ki…

İzmir Fuarı için bir dönem "şöhretin yolu oradan geçer" deniyordu. Onlarca popüler isim en şaşalı dönemlerinde Fuar'da ve onun gazinolarında sahne almıştı. Fuar'ın en hareketli dönemlerinde Manolya, Lunapark Gazinosu, Çamlık Senar, Ada Gazinosu, Kübana, Ekici Över, Göl gibi mekanlarda Zeki Müren ve Ajda Pekkan'dan tutun da Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Emel Sayın gibi devrin büyük isimlerine kadar birçok şarkıcı ve onların yanı sıra Metin Akpınar ile Zeki Alasya ikilisi gibi popüler tiyatro sanatçıların performanslarını izleme şansımız vardı. İzleyebilenler gerçekten şanslıydı. O azınlıktaki kişilerden biri de bendim.

Kolay değil! Ancak sinema filmlerinde, gazete manşetlerinde veya siyah beyaz televizyonlarda görebildiğimiz sanatçılar gazinolarda*** boy gösteriyor. Kanlı canlı birkaç metre önümüzde. Pardon, yirmi beş, otuz metre önümüzde. E, oturduğunuz yere, daha doğrusu ederine göre değişiyor.

Ağabeyim bileti önceden almış olmalı. İkindi zamanı gitmiştik. Gezdik, tozduk. Akşam oldu. Gazinoya girdik. Sıra numaramıza göre oturduk. Sahneye uzağım, boyum da yetmiyor ama aradan falan görebiliyorum. Bir sürü uvertürden sonra cinsiyetini çözemediğim bir sanatçı çıktı sahneye. İzmir’in ünlü belediye başkanı İhsan Alyanak da ön sıradaymış. Ayağa kalkarak şık bir çiçek buketi verdi. Sanatçı şen şakrak cümlelerle teşekkür etti. Aynı cilveli ses tonuyla, “Seneye inşallah, kestirip gelin geleceğim İzmir’e.” deyince kahkahayla karışık alkış kıyamet koptu. Anlam veremedim. Usulca ağabeyimin kulağına fısıldadım.
- Abi, bu şarkıcı kadın mı, erkek mi?
- Sonra anlatırım, dedi ve kestirdi attı. Hep sonra anlatırım der, hiçbir zaman da anlatmazdı.
Sonradan öğrendim. Bülent Ersoy’muş o sanatçı.
Düşünün, Bülent Ersoy daha assolist değil. Assolistliği bırakın kadın bile değil; o zamanlar.
Çocuk sayılabilecek yaştayım ama ne ben ne de ağabeyim çıkan sanatçılar ve icra ettikleri müzikleri seviyoruz. Arada bir komedyen çıktı da güldük.
Peki, bunca eziyete niye katlanıyoruz?
Çünkü opera bitmeden şişman kadın çıkacak.**** Yani, assolisti bekliyoruz.
Bir gözümüz sürekli saatte.
Neden?
Çünkü, saat 12.00’yi bir gece atlar fareye, araba da bal kabağına dönüşecek.*****

Nihayet ışıklar yanıyor, sönüyor. Orkestra yerini alıyor. Gitarlar tınlıyor, davullar gümlüyor, ziller çınlıyor. Alkış kıyamet yine kopuyor.
Ve karşımızda Cem Karaca!..
Solun nefesi. Devrimcinin sesi. İşçinin emekçinin ete kemiğe bürünmüş simgesi.
Gözlerimiz faltaşı. Ağzımız açık. Yeri geliyor onunla birlikte nakaratlara eşlik ediyoruz, yeri geliyor o susuyor biz söylüyoruz. Avazımız çıktığı kadar. Sol eller havada. Şarkı değil artık bunlar, bildiğin marş. O derece…

Güzel zaman çabuk geçiyor. Bisler falan derken son alkış kıyametle Karaca sahneden ayrılıyor.
Bizi de pamuk ipliğiyle bağlamadılar ya, cümbür cemaat kalkıyoruz. Ayaklar uyuşmuş. Kuru tahta sandalyede peşimiz de dümdüz olmuş. Ağabeyimin parası olsaydı da altımıza minder bari koysaydık.

Saat 01.00 civarı.
İzmir’i bilen halimizi anlar. Son otobüs kaçmış. Çocuğum. Ağabeyim benimle birlikte yürüyerek eve dönüş yolunu göze alamıyor. Basmane’de bir sabahçı kahvesi buluyoruz. Cebimizde son kalan paralarla saat başı gelen çayları yudumlara es vererek içiyoruz. Hemen bitirmiyoruz. Hatta dibinde azıcık bırakıyoruz. Yoksa çaycı saate bakmadan yenisini peşi sıra getirecek.

Bu cefaya niye katlandık?
Çocuktum. Bildiğim tek şey sağ görüşlü rejime karşı ses çıkaran bir idolü dünya gözüyle görmek, ona eşlik etmek, destek çıkmaktı belki. Ötesini benden altı yaş büyük ağabeyime sormak gerekiyor.

Sonrasında ne oldu?
Yıllar aynı seslerle, sol elimiz havada geçti. Ta ki 12 Eylül 1980 gecesi 03.00’e kadar…

 

* Kanlı 1 Mayıs Kanlı 1 Mayıs, 1 Mayıs 1977'de (Uluslararası İşçi Bayramı) İstanbul, Taksim Meydanı'nda sol görüşlü göstericilere yönelik bir saldırıydı. Ölü sayısı 34 ile 42 arasında değişirken, yaralı sayısı 126 ile 220 arasında değişiyordu. Daha sonra güvenlik güçleri tarafından 500'den fazla gösterici gözaltına alındı ​​ve 98'i hakkında dava açıldı. Faillerin hiçbiri yakalanmasa da şüphe kısa sürede Kontrgerilla ve ilişkili sağcı grupların üzerine düştü. Katliam, Türkiye'de 1970'lerin sonlarında yaşanan siyasi şiddet dalgasının bir parçasıydı.
Marşı ise, Ankara Sanat Tiyatrosunun sahnelediği Rutkay Aziz’in de rol aldığı Maxim Gorki’nin Ana adlı tiyatro oyunu için Vatan Partili sanatçı Sarper Özsan tarafından yazılmış ve bestelenmiştir. İlk gösteriden sonra da oyun yasaklanarak ilgili sanatçılar hakkında soruşturma başlatılmıştır. Fakat o ilk gösteride seslendirilen marş ölümsüz olmuş, bir çok değerli ses sanatçısı tarafından kulaklarda yankılanmıştır.
** Pavyon: Şimdiki anlamının yanında ülkelerin kültürlerini, ürünlerini sergiledikleri salonlara denirdi.
*** Gazino: Yine, şimdiki anlamının yanı sıra ses sanatçılarının, açık havada, ücret karşılığı tahta sandalyelerde konuşlanarak izlenebilen konserlerini icra ettikleri geniş yerlere denirdi.
**** "Şişman kadın sahneye çıkmadan opera bitmez." Bu bir deyimdir. İngilizceden alıntıdır. "The opera is not over till the fat lady sings." Henüz her şey bitmedi gibi bir anlamı vardır.
***** O tarihte, İzmir toplu taşım araçları gece 12.00’den (24.00) sabah 06.00’ya kadar seferlerini durdururdu. Arabanız yoksa tek ulaşım şansınız taksi veya yürümekti. Fuar’daki konser salonu ile evimizin arası yaklaşık 14 km. Google Maps’e göre yürüme mesafesi de 3 sa., 20 dk. Normal insan için ölçümler bunlar. Benim o sıra çocuk olduğumu unutmayalım. Dolayısı ile Külkedisi (Sindirella / Cinderella) masalıyla teşbih yaptım.

Kaynak:
Redbull.com,
Google.com.tr,
Wikipedia.org
Asuman ÖZER ve Ürün YILDIRAN ÖNK’ün Türkiye İletişim Araştırmaları Dergisi’ndeki “Suskunluk Sarmalı Kuramı Çerçevesinde Türk Basını: Cem Karaca’nın Vatandaşlıktan Çıkarılışı ve Dönüşü Haberleri” adlı incelemesinden.