Geçtiğimiz Çarşamba oynanan Trabzonspor ve Galatasaray arasındaki Ziraat Türkiye Kupası final maçında Galatasaray haklı bir galibiyetle kazandı. Galatasarayı tebrik etmek, Trabzonspor taraftarına da üzülmemelerini söylemek gerekir.
Ayrıca, iki takımı da centilmence oynadıkları için tebrik etmek lâzım.
E, hâl böyleyse ben ne yazacağım?
Çok şey değil, sadece farklı bir açıdan bir bakışla geçtiğimiz Çarşamba maçı ve hastası olduğumuz futbolu, Türk futboluna otopsi yapacağım.
O halde, gelin şimdi sizi kimsenin bahsetmediği, göz ardı ettiği, görmezden geldiği (Devlet Babanın [!] bile), sonucu belli bu Türk filminin kamera arkasına götüreyim.
Ne seyrettik?
Galatasaray ve Trabzonspor futbol müsabakası.
Adil bir maç mıydı?
Saha üzerinde oynanan futbol ve uygulanan kurallara göre evet.
Peki maç denk kuvvetler arasında mı oldu?
Hayır.
Neden? Denk kuvvet derken?
Anlatayım.
Çünkü, sahada iki farklı, gerçekten uzak ara farklı iki takım vardı.
Biri Galatasaray. Kadro değeri 266.25 mil. € (Euro).
İkincisi Trabzonspordu. Kadro değeri 93.73 mil. € (Euro).
Basit bir hesapla, 1 adet Galatasaray kadrosundan 3 adet (2,84 adet) Trabzonspor kadrosu kurulabiliyor.
Daha da açığı, Galatasarayın kadro ederi Trabzonsporun tam 3 katı!..
Peki, bu eşitsizlik, bu fark neden bu kadar büyük?
Çünkü, ülkemizde spor kulüplerine ve futbolculara uygulanan vergi sistemi adil değil.
Ekonomist (!) değilim. Uzun uzadıya anlatmayacağım, en basit örneğiyle, spor kulüplerine yapılan bağış ve yardımlar sponsorluk sözleşmesi çerçevesinde yapılır ve vergiden muaf tutulur. Salt spor ve idman faaliyetleri için yapılan giderler bile KDV'den muaftır.
Bunun gibi daha bir sürü açık ve yanlı uygulamalar var.
Tüm bunlar ne anlama gelir?
Ağası (!) zengin olan takımlar istediği kadar oyuncu alabilir, istediği kadar para yatırabilir. Hatta kara para bile aklayabilir. Kimse de bunun hesabını soramaz.
Bakın alt ligden Süper Lige çıkan takımlara. Mali destekçileri yeterince güçlü değilse ertesi yıl, bilemedin bir sonraki yıl yine küme düşerler. Çünkü Süper Lig zenginler kulübüdür. Parası olmayan giremez. Girse bile tez zamanda kapı dışarı edilir.
Spor kulüpleri ve iktisadi işletmeleri kurum niteliğinde olduklarından gelir vergisi mükellefi değildirler.
Bu nedenledir ki, ülkemizdeki tüm spor kulüpleri vakıf niteliğinde işletilir, kişi ya da kişilerin ticari işletmeleri gibi şirket olmazlar. Yöneticilerin kişisel sorumluluğu olmadığı için istedikleri kadar borç batağına gömülür. Tam da bu sebeple UEFA bizim yapmadığımızı yapmış, zor da olsa mali sınırlama getirmiştir.
Hesap ortada. Her şey ekonomiye, yani matematiğe dayanıyor.
Matematik hayatımızın temelini şekillendiren bir bilimdir. Her yerde, her işimizde, her olayda matematik biliminin varlığı kendini hissettirir; futbolda bile…
Türkiyede en yüksek bütçeye sahip iki takım var. İlki Galatasaray, ikincisi de Fenerbahçe. Bunları Beşiktaş ve Trabzonspor takip ediyor. Fakat uzak bir arayla. Öyle ki, üçüncü sıradaki Beşiktaş bile takip ettiği Fenerbahçenin yarısı kadar bütçeye sahip.
Sonuç olarak, her yıl artan değerleri de göz önüne aldığımızda, Galatasaray veya Fenerbahçe taraftarı değilseniz; taraftarı olduğunuz takımınız için hayalini kurduğunuz şampiyonluk iyi niyetli bir temenni olmaktan öteye geçemeyecektir.
Peki, gönlümüzde yatan aslan sarı kırmızı ya da sarı lacivert renklere sahip değilse ne yapacağız?
Kuşkusuz kara sevdamızdan vaz geçmeyeceğiz. Sadece gerçekleri bilerek galibiyetlerde sevinecek, bahsettiğim iki takıma mağlup olduğumuzda da dünyaya küsmeyecek, üzüntümüzü abartmayacağız.